Zor Tercih - Graham Greene
Graham Greene romanlarının en alışılmadık olanı belki de Zor Tercih ( The End of The Affair –Neden Zor Tercih diye çevrilmiş, anlamak zor.)
Bir üçlü aşk romanı olarak görünse de bunun çok ötesinde bir kitap. Öyküye asıl gücü katan yazarın kendi sesi. İçinde yaşamın en temel konuları olan aşk, sevgi ihtiyacı ve ölüm hakkında tüm gücüyle konuşan sesi. Bu konuşmalar çok zaman monolog olarak geçer. Tabii Tanrı’ya seslenişlere monolog dersek. Bu seslenişler kalbin en derinlerinde gelen cümlelerdir. Bu derinlikte bir yerden geliyorsa, artık inanç ile inançsızlık, umut ile umutsuzluk, sevgi ile nefret birbirine karışmışlardır. Ama en inandırıcı ve etkileyici sözler de bu karışıklıktan çıkıyor işte. Özellikle Bendrix’in Sarah’nın ölümü karşısında Tanrı’ya söylediği sözler.
Evli bir kadınla aşk yaşayan, kocasıyla da tanışıp arkadaş olan ve o kocanın bu ilişkiyi sonradan öğrendiği yaşanmış olaylar vardır. Ama devamında o koca ile sevgilinin arkadaş hatta dost olması pek rastlanan şey değildir. Greene’nin öyküsü benim için o ünlü Jules et Jim filminden daha güçlü, kabul edilebilir ve daha gerçekçidir. Jules et Jim çok daha züppe kalıyor bu kitabın yanında.
Diğer karakterler içinde detektif Parkis (ve küçük oğlu)naifliği ile kendini çok sevdiriyor. Öykünün bu polisiye yönü, yazarın dahiyane fikirlerinden biri olarak kitabın merkezine oturmakta. Üstelik bunu kocanın adına yapıyor olması da şahane bir kara mizah yaratıyor. Ayrıca öykü-roman sanatı üstüne çok değerli şeyler okuyoruz. Zaten açılış cümlesinden de belli bu.
Yazar kitabı için “Bir aşkın değil, nefretin romanıdır,” diyor ama daha çok çaresizliğin kitabı gibi görünecektir okuyana.
Graham Greene’nin şu an için Kör Nokta′da kalmış, unutulmuş gibi gözükse de unutulmaz bir romanı Zor Tercih.
Bir üçlü aşk romanı olarak görünse de bunun çok ötesinde bir kitap. Öyküye asıl gücü katan yazarın kendi sesi. İçinde yaşamın en temel konuları olan aşk, sevgi ihtiyacı ve ölüm hakkında tüm gücüyle konuşan sesi. Bu konuşmalar çok zaman monolog olarak geçer. Tabii Tanrı’ya seslenişlere monolog dersek. Bu seslenişler kalbin en derinlerinde gelen cümlelerdir. Bu derinlikte bir yerden geliyorsa, artık inanç ile inançsızlık, umut ile umutsuzluk, sevgi ile nefret birbirine karışmışlardır. Ama en inandırıcı ve etkileyici sözler de bu karışıklıktan çıkıyor işte. Özellikle Bendrix’in Sarah’nın ölümü karşısında Tanrı’ya söylediği sözler.
Evli bir kadınla aşk yaşayan, kocasıyla da tanışıp arkadaş olan ve o kocanın bu ilişkiyi sonradan öğrendiği yaşanmış olaylar vardır. Ama devamında o koca ile sevgilinin arkadaş hatta dost olması pek rastlanan şey değildir. Greene’nin öyküsü benim için o ünlü Jules et Jim filminden daha güçlü, kabul edilebilir ve daha gerçekçidir. Jules et Jim çok daha züppe kalıyor bu kitabın yanında.
Diğer karakterler içinde detektif Parkis (ve küçük oğlu)naifliği ile kendini çok sevdiriyor. Öykünün bu polisiye yönü, yazarın dahiyane fikirlerinden biri olarak kitabın merkezine oturmakta. Üstelik bunu kocanın adına yapıyor olması da şahane bir kara mizah yaratıyor. Ayrıca öykü-roman sanatı üstüne çok değerli şeyler okuyoruz. Zaten açılış cümlesinden de belli bu.
Yazar kitabı için “Bir aşkın değil, nefretin romanıdır,” diyor ama daha çok çaresizliğin kitabı gibi görünecektir okuyana.
Graham Greene’nin şu an için Kör Nokta′da kalmış, unutulmuş gibi gözükse de unutulmaz bir romanı Zor Tercih.
Comments
Post a Comment